Sene 1995, ÖSS'nin olduğu günkü diğer önemli olay, Cenk-Erdem'in vereceği tanışma partisiydi. ÖYS'den sonra soluğu, onların ayarladığı Ortaköy'de paragöz bir barda almıştık bir sürü sübyan-sabi. Bir de ne görelim; bir Cenk-Erdem ki, asabi mi asabi. Yanlarına oturduk, suratlarını ekşittiler. Konuşmaya çalıştık, madara ettiler. Bir de telefon açtım, programa niye bize kötü davrandınız diye, iyice batırdılar. Ama ne hayal kırıklığı!! Adamları nasıl benimsemişsek (aşık falan da değildim ha), henüz yeterince hayal kırıklığı yaşamamışlığın toy'luğu ile aylarca depresyon-travma benzeri bir mod'a girmiştim.Gece gündüz kafamda yeni konuşma senaryoları kuruyordum, o telefon konuşmasını başa sarıyordum ve 'en etkili' şekilde yeniden konuşuyordum zihnimde. Neyse ki üniversiteye girdim, hiç geçmeyecek sandığım iç acı'm bir baktım, geçivermiş. Neyse, ben bunlara içimden bir beddua savurmuştum: "Hiç bir zaman yeterince başarılı olamayasınız, bir yere kadar gelip, orada kalıvereseniz!" diye. Şimdi o günlerdeki acıma da, bedduama da tebessüm ediyorum elbette, yine de onları görünce bakıyordum beddua tuttu mu diye.. Ama bugün diyorum ki, vazgeçtim bu ergenliğimden yadigar nazlı bedduamdan, hadi be, izin veriyorum. İkiniz de, birlikte veya ayrı ayrı başarılı olabilirsiniz istediğiniz kadar. Kurtuldunuz lanetimden, atılın kurtlar bre.