Cenk ve Erdem Beyler bu hafta Radikal Cumartesi'ye çıkacak oldukları için, hem şaşkın hem de 'mutlu' bir yüz ifadesi takınarak poz verdiler... FOTOĞRAF: SERKAN TAYCAN
Cenk ve Erdem'le 'normal' bir röportaj yapma niyetiyle yola çıkan herkes gibi, biz de kendimizi yoğun bir geyik muhabbetinin ortasında bulduk...
Cenk ile Erdem son 10 yıldır bir şekilde hep vardı. Reklamlara ve ulusal kanallara çıkınca ünlü olunuyor ama yine de Cenk ile Erdem ufak ufak, post modern ortamların köprü altı çocukları olarak kalbimizin sevgi dağarcığı köşesinde bir yerlerde hep dururlardı. Onları sevmemek, şahsi fikrime göre, ayıptı. Yayın saatlerimizin çakışmasından, bir de, dinleme ve takip gerektiren durumlarda konsantrasyon bozukluğum olduğundan ve en önemlisi gülmeye üşendiğimden onları dinleyip izlemişliğim pek azdır; yine de birilerinin zoruyla, aynı kanalda çalıştığımız ya da stüdyoda bizzat canlı izlediğim dönemlerde onların birbirlerine serbest çağrışımla cevaplar vermeleri, konunun onların da önceden bilmediği şekilde başlayıp, yine onların da bilmediği şekilde nereye varacağını kestiremediği gidişatlara öyle çok gülerdim ki, bazen gülmekten sıkıldığım bile olurdu. Risksiz komiklikleri olduğundan, bir süre sonra bu gülme garantisi bana fenalık getirirdi.
Özellikle romantikleştikleri, telefon numarasını verirken "sığır ikiyüz oniki," dedikleri bölümlere çok gülerdim. Hatta kelime esprilerinin çok zaman olgusallaştığı bölümlerde onların modern filozoflar oldukları paranoyasına kapılıp, dengemin bozulduğu, saçmalığın da tur atlayıp bir süre sonra varoluşsal çözümlemelere vardığına direkt şahit olduğum zamanlar da olmuştur. Bu ise sinirlerimi bozardı. Çünkü bazen gülmek de yetersiz kalırdı. Bu da beni çok yorardı.
'Biz zaten normaliz'
Konsantrasyonun dibine inerek kendilerinden geçer, transandantal meditasyon gibi karşılıklı göbek bağını nadiren de olsa bam telinden öttürerek güzel nağmeler çalar bu garip arkadaşlar. Bunu yapabilmeyi de, karşılıklı trans zamanında mümkün mertebe en az seviyede ego travması yaşamalarına, zekâlarının zaman içinde bilenmesiyle de otomatikleşmiş keskinliğine, neticede dünya hayatının da gelip geçiciliğine olan inançlarının sağlamlığına bağlıyorum; her ne kadar son model BMW'ler almış olsalar da! İyi etmişler. Senelerce medyanın "Sizin yaptığınız tutmaz," gibi lafları o kadar çok duydular ki, yine de seve seve sohbetlerine devam etmeleri, ellerinde sazları eksik makara âşık kardeşlerin birbirlerine olan inançlarından kaynaklı, kendilerini birbirinde görme alışkanlığını her ne koşulda olursa olsun sürdürmeleri ve 'kimliği olan işler ve bunu kendilerinin bilmediği ve bilmek de istemediği kişiler' kervanını götürmek, sabrın zaferidir. Sabır da en orjinalinden; yer beğenmemek, gidenin arkasından ağlama hafifliğini göstermemek, gelene çok da fazla pabuç bağlamamak ve ne geliyorsa eyvallah demek; bunu da çağcıl bir dışavurumla dile getirmek.
Cenk Durmazel 34, Erdem Yuing (diyor) Uygan 33 yaşında. Cenk'in iki buçuk yaşında bir oğlu, Erdem'in sekiz yaşında bir kızı var. İstanbul Teknik Üniversitesi'nde Maden Mühendisliği'nde okurken tanışmışlar. Normal konuşturmak mümkün değil onları; tanıyan bilir; nasıl tanıştıklarını sorduğumuzda evli çiftler gibi "Ortak bir dostumuz tanıştırdı," diye dalga geçtiler. Bu seri halde esprilerden yanlarına yaklaşılmayacağını bildiğimden "Hadi normal konuşalım," dedim, onlar da "Biz zaten normaliz," dediler. "Peki daha da normal konuşuyor musunuz" deyince "Hayır," dedi Erdem, Cenk'se "Normal konuşmalarımızda tümleç, edat ve zarflara yer veriyoruz," dedi. "İletişiminiz korkunç; çok arkadaşınız var mı?" diye soruyorum ve onlar da kocaman bir korodan çıkarmış gibi kocaman bir "ÇÇÇK," yapıyor. Sayıyorlar kaç arkadaşları olduğunu; Erdem "Birr..." diyor ve "Bir," diyor. Cenk "Akrabaları da sayıyor muyuz, saymıyorsak iki," deyince Erdem "Demek ki sen kendinle de arkadaşsın," diyor. "Geleceğe yönelik planlarınız ve hedefleriniz var mı, yoksa ne olursa öyle mi gidiyor?" gibi ciddileştirmeye çalıştığım (en azından net bir cevap alacağım) geri zekâlı gibi sorular soruyorum, Erdem "Benim var ama söylemem," Cenk de "Bana da söylemiyor o yüzden olduğu gibi devam," diyor.
16 yaşındaki ergenler gibiler...
Erdem makyaja inince Cenk normalleşiyor, bu kez ben konuşacak bir şey bulamıyorum. "Program dışında nasılsınız Erdem'le?" deyince "Biz bara filan gidince masada karşılıklı oturur, hiçbir şey konuşmayız. En fazla 'şu saatte şurada olalım, şuraya gidiyoruz' gibi temel şeyleri konuşuruz," diyor. Ama bunu 'sadece günlük işlerden konuşuruz' gibi söylemiyor; sadece, konuşmanın anlamsız bir icraat olduğunu düşündükleri için söylüyor. Aslında bunun ne kadar doğru olduğunu odada bulunan hepimiz biliyoruz ama yine de öyle yaşayamayacağımız için bir şekilde ortak bir yol bulmaya çalışıyorum onlarla. Bunu bir tek ben yapıyorum çünkü fotoğrafçımız Serkan hiç sesini çıkarmadan işi bittiği halde onları izlemek için duruyor, S'nek TV'nin genel yayın yönetmeni ortak kankamız Ece Yörenç artık normal konuşma istemini üç sene önce terk etmiş, bense yılmadan ortak nokta bulmaya çalışıyorum ki, en azından şu röportaj olsun!
Cenk ile Erdem bana hep 16 yaşındaki ergenleri hatırlatıyor. Aramızdaki ilişki her zaman o yaştaki çocukların kızlarla olan 'gıcıklı' ilişkisi gibi. Normal konuşmak mümkün olmadığı gibi, sürekli saldırganlar; beni boğan da bu saldırganlık galiba. Ben de onların yaşında beş yaşındaki halime girip zevzek zevzek bağırıyorum, yumruk denemeleri yapıyorum, onlar da "Şu boşu alır mısınız," diyor. Başka bir çıkış yolu yok çünkü. Ne yapayım; insan gibi konuşmak mümkün değil; sen konuşuyorsan, ki bu konu ne olursa olsun, bir süre sonra üzerine espri geleceğini biliyorsun. İlk başlarda gülüyorsun, komik oluyor fakat bu bir süre sonra sinirlendirmeye başlıyor adamı; yani iki üç sene önce iktidar travması yaşayarak "Beni de dinleyin, ben de buradayım," yapıyordum, sonra geçti. Aynı kanalda çalıştığımız zamanlarda bazen hep birlikte bir yerlere gidiyorduk, ben dans ediyordum mesela, yanıma gelip "Bu nasıl dans, ayıp değil mi; düzgün dur," diye azarlıyorlardı ya da stüdyoda yayınım bitip onlar girecekse "S..ttr, çık dışarı, yayının bitti," diye kovalıyorlardı. Buna ilk başlarda gülseniz de uzun bir süreye yayılınca asabınızı bozuyordu. Doğal olarak öz kardeşim olsa ağzını kırarım böyle konuşsa; sonra anladım ki kendi aralarında da böyle yıkıcı olabiliyorlar; yine de tabii "S...rim sizin esprinizi," diye söylenmişliğim çoktur. Bütün bunlara rağmen aynı lojmanda büyümüşüz gibi ve hatta kardeşler de birbiriyle böyle uğraşır gibi garip bir kardeşlik sevgim var onlara karşı. Yani ne kadar egoma saldırarak beni sinirlendirseler de yumuşamam uzun sürmüyordu. Ama artık son model BMW'leri altlarına çektiler; bizde reşit olmanın kıstası da son model araba olduğuna göre, artık insan gibi davranma vakitleri geldi.
'Komik çocuklar ve selam!'
'Dicitürk'te S'nek TV'de her gün programları var. Serbest geyik Müebbet Muhabbet, pazartesi, salı ve çarşamba günleri 22:30'da, atasözlerini beriye alıp inceledikleri Abesle İştigal de her gün yayımlanıyor.
Röportajı yaptıktan sonra onca yorgunluğa rağmen stüdyoda canlı canlı seyrettik ve yine çok güldük. Telefon bağlantılarıyla katılan seyircilerle kurdukları ilişki, kendileri ya da bize yaptıklarından pek farklı değil. Hatta İzmir'den depremlerle ilgili arayan bir seyirciye, korku içinde bu hassas konuya nasıl yaklaşacaklar diye beklerken o kadar komik cevaplar verdiler ki, gözlerimiz yaşararak güldük. Seyirci, deprem için nasıl çalışmalar yapmaları gerektiğini sordu; onlar da panik yapmaları gerektiğini, günlük hayatta da panik egzersizleri yapmalarını önerdi. Mesela anneniz içeriden patates kızartması yemeğe çağırmak için ismini bağırsa "Ne? Patates kızartması mı!" diye dehşete düşmeniz gerektiğini, olabildiğince komik anlattılar.
Komik çocuklar vesselam. Komik çocuklar ve selam! (Bu laf Ekşi Sözlük'ten araktır.)
29/10/2005
AYÇA ŞEN (Arşivi)