Ruanda trajedisi
Ruanda, Orta Afrika'da Kongo, Uganda, Brundi ve Tanzanya arasına sıkışmış 7 milyon nüfuslu küçük bir ülke. 1890'a kadar Almanya'nın idaresinde. Ancak Berlin buraya bir yönetici tayin etmeye dahi tenezzül etmemiş. 1. Dünya Savaşı'nda Almanya yenilince Belçikalılar el koyuyorlar Ruanda'ya.
Ve trajedi başlıyor. Almanların aksine Belçikalılar 'sıkı' tutuyorlar işlerini ve 'Bize kâr getirin' diyorlar. Kahve yetiştiriciliği başlıyor Ruanda'da ve çalışma zorunluluğu getiriliyor herkese. Hepsi aynı soydan gelen -ya da o zamana kadar soy/sop ayrımı olmaksızın birlikte yaşayan- insanlar Belçikalılar tarafından icat edilen iki kabileye bölünüyorlar: Tutsi ve Hutu.. Kimin Tutsi kimin Hutu olduğunun tespitini Belçikalılar yapıyor tabii. Yaratmak istedikleri ayrıcalık tanıyacakları bir yerli azınlık. Tutsilere, Etiyopya'da yaşadığına ve Hz. Nuh'un oğlu olduğunun sülalesinden geldiklerine dair bir 'mazi' yapıştırılıyor. Bir de 10'dan fazla inek sahipleri Tutsi sayılıyor. Sonuçta 'üstün ırk' oldukları için Tutsiler Belçikalı sömürgeciler adına yönetmeye başlıyorlar ülkeyi.
Bu arada Belçika siyaset değiştirip 'ezilenlerin haklarını koruma' iddiasıyla Hutuları desteklemeye başlıyor. 1959'da Hutuları silahlandıran Belçika 'Ne duruyorsunuz, çoğunluk sizde, ayaklanın' diyor. Hutular da ayaklanıp yakaladıkları Tutsi'yi öldürüyorlar. Sonuç: 20 bin Tutsi hayatını kaybediyor, 160 bini de komşu Uganda ve Tanzanya'ya sığınıyor. 1962'de Ruanda bağımsızlığını kazandıktan sonra Hutular eski hınçlarından dolayı Tutsilere günlük hayatın her alanında yüzde 9 kontenjan tanıyorlar. Devlet kadrolarına, okullara, hastanelere yüzde 9'dan fazla Tutsi alınması yasaklanıyor. Bir tek hapishanelerde kontenjan sınırlaması tanınmıyor. Hutular, 'Karafatma' olarak isimlendirdikleri Tutsileri öldürdüklerinde yargılanmıyorlar bile.
Bundan dolayı her geçen gün daha çok Tutsi göçmen olarak ülkeden ayrılıyor. Ancak ayrıcalıklı dönemlerinde iyi eğitim almış Tutsiler göçtükleri ülkelerde önemli görevler üstleniyorlar. Ve sürgünde Tutsileri örgütleyip silahlı mücadeleye yönlendiriyorlar. Siyasi çözüm bulma girişimleri de oluyor arada ama netice alınamıyor. Ve Hutular 'Tutsi sorununa köklü çözüm getirme' kararı alıyorlar. Interahamwe adı verilen yarı askeri milis kuvveti bu kararın ürünü. Hutular milis gücünü silahlandırıyorlar da.
Silahlanma denilince tabanca-tüfek gelmesin aklınıza, Hutular Çin'den satır, pala gibi kesiciler ithal ediyorlar. O da yetmeyince mızrak dağıtılıyor... 5 Nisan 1994 günü devlet radyosu "Yarın bir şey olacak ve her şey çok değişecek" diye anonslar yapmaya başlıyor. Ertesi gün bir Hutu olan devlet başkanının uçağı başkent Kigali'ye inerken düşürülüyor. Bir saat sonra da eli palalı milisler yollara çıkıp adam kesmeye başlıyorlar. Tutsileri öldürmekten yorulduklarında aşil tendonunu kesip kaçamaz hale getiriyor, sonra yeniden başlıyorlar katliama.
Bu arada ülkede 5000 BM askerinin varlığını unutmamak lazım. Çatışmaları önlemek göreviyle gelmişler. Ama komutanları Somali'de yaşanan başarısızlıktan rahatsız ABD'nin baskısı altındaki BM Genel Sekreteri Annan'dan izin alamıyor. Üstelik "Soykırım başladı" demesine rağmen. Daha ötesi BM ülkeden çekilme kararı alıyor. Ceset yığınları arasından geçerek Ruanda'yı terk ediyor Barış Gücü. BM Genel Kurulu'nda kaleme alınan kararda ABD 'soykırım' sözcüğünün geçmesini engelliyor. Bu tanımlama kabul edilse askeri müdahale için ayrıca karar alınmasına gerek kalmayacağı biliniyor.
Fransa'dan birlik gönderildi
O zamana kadar parmağını oynatmayan Fransa "Çatışmaları durdurmak istiyorum" diyerek askeri birlik gönderiyor Ruanda'ya. Ve garip biçimde "Resmi muhatabımız o" diyerek soykırımı gerçekleştiren Hutu'lara silah yardımı gönderiyor. Fransa başkentin batısından başlayıp Kongo'ya kadar uzanan bölgeyi işgal edip buraya Turkuvaz adını veriyor. Bu bölgede katliam Fransa'nın himayesinde yeni silahlarla donanmış Hutular eliyle sürüyor. 3 ayda ölü sayısı 1 milyona ulaşıp ülkede yıkılmadık yapı kalmadığı noktada son buluyor çılgınlık.
Aradan yıllar geçtikten sonra ortaya başka gerçekler de çıkıyor. Ruanda devlet başkanının uçağının BM'nin kontrolündeki bölgede yerden atılan iki füzeyle düşürüldüğü anlaşılır. Ardından olayın soruşturması için uçağın karakutusunun BM karargâhına götürüldüğü, oradan New York'a iletildiği ama kaybolduğu açıklaması gelir. Annan'ın sekretaryası 'Karakutu'nun uzmanlar tarafından bakılıp hasar görmemiş olması dolayısıyla düşmüş bir uçağa ait olamayacağı düşüncesiyle bir dolaba kilitlendiğini' açıklar.
Daha ötesi Thierry Prungnaud adında emekli bir Fransız subayı devlet radyosu France Culture'de: "1992'de -yani katliamdan önce- Fransız askerlerinin milislere eğitim verdiğini gördüm. Hutuları eğiten Fransız 1. Deniz Paraşüt Alayı'nın askerleriydi" açıklamasını yapar. Ve geçen yıl altı Ruandalı Fransız askerlerinin soykırım suçu işledikleri iddiasıyla Paris Askeri Mahkemesi'ne başvurdu. Ancak görevdeki Fransız askerlerini yargılama yetkisine sahip tek merci olan Askeri Mahkeme'nin dosyayı incelemesinin ve dava açıp açmamaya karar vermesinin yıllar alacağı da gerçek

Katliamda öldürülen Tutsilere ait kafatasları

Ruanda soykırımı sanıkları
Herkesin bunu okumasını ve bilmesni istiyorum öncelikle...Çünkü çoğu kişinin bu soykırımdan haberi dahi yok daha iyi anlamak için Hotel Rwanda adlı filmi bulun izleyin derim... Okuyanlara teşekkürler....